TÜRKÇE’NİN BİLİM DİLİ OLMA YOLUNDAKİ ENGELLER
Türkçe’nin ne derece bilim dili olup olmadığı kabul edilebilir bir sorgulamadır. Fakat, kesin bir tavırla, iddianın altını doldurmadan, ispat etmeden, Türkçe’nin bilim dili olamayacağını iddia etmek aşağılayıcı bir davranıştan öteye geçmez. Türkiye’de yaşayan, bu toprakların havasını teneffüs eden birinin “Türkçe bilim dili değildir.” şeklindeki açıklaması Türk milletine, Türkiye Cumhuriyeti devletine ve Atatürk’e büyük bir hakarettir. Türkçe’nin yetersizliğini kabullenme durumu, esasında Türk milletinin kimliğinin yetersizliğini dillendirmek demektir. Bu yargıyı ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk son derece açık bir biçimde doğruluyor: “Türk milleti demek, Türk dili demektir.” Bu algılama çerçevesinde, Türkçe’nin Türk toplumunun temel taşlarından birisi olduğunu gururla söyleyebiliriz. Zengin bir dil olmasıyla övündüğümüz anadilimiz için yeni sözcükler, bilim alanında terimler türetmek, bu toplumun kimliğini daha da zenginleştirmeye, renklendirmeye yönelik çalışmalar her zaman ayakta alkışlanmayı hak eder. Gel gelelim, türetilen yeni sözcüklerin kullanım aşamasında Türkçe’nin de çaresiz kaldığı noktalar var: hızına yetişmenin pek mümkün olmadığı teknoloji ve aynı kelimeler etrafında keyifle takla atan tembel bireyler.
Bilgisayar sözcüğü, Prof.Dr.Aydın Köksal’ın çabalarıyla ilk defa 1969 yılında resmi yazışmalarda kullanılmaya başlanmış. Acaba o dönemde Türkiye’de kaç kişi “computer” sahibiydi? Bu soruya cevap bulabilmek hiç de zor değil. Türkiye bilgisayar ile 1960 yılında Karayolları Genel Müdürlüğü’nün yol yapım hesaplarının daha hızlı olması vesilesiyle tanışmış. Tablo çok net aslında; o dönemde, Türkiye’de kaç evde bilgisayar olduğunu sorgulamak yerine insanların bilgisayar adında bir teknolojik aletin varlığından haberdar olup olmadığını sorgulamak gerek. İşte, bilgisayar sözcüğünün isim babası Prof.Dr.Aydın Köksal’ın başarısı, sözcüğün halk tarafından bu denli benimsenmesinin sırrı bu noktada belirginleşiyor. Herhangi bir bilişim ürünü tüm evlere ulaşmadan, sen daha hızlı davran! Yeni, sıcacık, anadil kokan sözcüğünle kapıları çal ve o bebek sözcüğü halka servis et! Sanki bu ifadeleri haykırmak istemiş Aydın Köksal. 2000 öncesi Türkiye’sinde gayet mantıklı ve uygulamaya, uğrunda emek harcamaya değer bir taktik. Peki, bu taktik günümüzde işe yarar mı? Ne yazık ki çok zor. Her yıl yüzlerce yeni teknolojik eşyanın piyasaya sürüldüğü bu çağda, “shopping center”lardan alınan “kettle” mutfakta yerini almadan “su ısıtıcısı”nı olay yerine yetiştirmek inanın çok güç! Keşke zor olmasaydı “laptop” yerine “dizüstü bilgisayar” diyebilmek; “jeneratör”ler kuşatmadan dört bir yanımızı, “üreteç”lerimize sahip çıkabilseydik keşke! Üzülerek söylüyorum, bilimin ve teknolojinin her geçen gün hızını katladığı bir ortamda, maraton koşucusu olsanız bile Türkçe için artık yeterli olmayacaktır!
Sözcük üretmek, peki ya kimin için? Okumayı sevmeyen, bu üşengeç millet uğruna mı bütün çabalar? Kendimizi kandırmamızın hiç lüzumu yok; az sözcükle yetiniyoruz işte, adeta yeniliklere kapalı bir tavır sergiliyoruz. Öyle birkaç sözcükle gıdım gıdım idare ediyoruz çok şükür! Okyanusları keşfe açılamıyoruz bir türlü, korkuyor muyuz nedir? Oysa, ille de Kristof Kolomb olmaya gerek yok ki derin sulardan geçip anadildeki duru sözcüklere ulaşmak için. Yahu Türkçe dalgasız bir umman; korkmayın, o sizi varacağınız durağa, gitmek istediğiniz kumsala götürür. Ne kadar umut dolu düşünmeye çalışsam da olmuyor. İnternetin esiri olmuş tembel beyinler aklıma geliyor, geri adım atmak zorunda kalıyorum. Sayfalarca internet yazışmasında aynı sözcük çemberi etrafında dönen bir zihniyete, türetilen berrak terimleri sunsan ne fayda? Bırakın yeni sözcükleri benimseyip kullanmasını, mevcut sözcük havuzumuzda bile boğulan kimlikler onlar!
Düşünce üretebilmeyi ve düşündüklerini diğer bireylere aktarmayı sağlayan o hayati unsur: dil! Türkçe’nin zengin ve kullanımı kolay bir dil olduğu bariz bir gerçek. Bu enfes dili, anadilimizi, hak ettiği yerlere taşıma konusunda herhangi bir çaba göstermediğimiz için utanmalıyız. Hadi zirveye taşımayı geçtim, en azından anadilimizi sahiplenelim, sarılalım sımsıkı. Dillerini bilim dili yapmayı başarmış uluslardan bizim ne eksiğimiz olabilir ki? Tam umutla bakmak isterken geleceğe, başımı önüme eğip kendi soru işaretlerim arasında kayboluyorum: Türkçe’nin gerçekten bir dilim dili olması yolunda mücadele veren kaç aydınımız kaldı ki? Bilimsel çalışmalarını Türkçe üzerine yoğunlaştıran, kaç tane Türkçe sevdalısı yürek sayabiliriz ki bu devirde?